Ruken KADIOĞLU ve Ali Oğulcan ARSLAN, ANKARA – Bilkent Şehir Hastanesi Çocuk Hematoloji Kliniği Eğitim Görevlisi Prof. Dr. Dilek Gürlek Gökçebay, Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde gerçekleştirmiş olduğu araştırmayla, ‘Talasemi major’ hastalarının moleküler kan gruplama yöntemlerinin incelenmesi ve uygulanması sürecinde bağışçı-hasta uyumunu güçlendirdi ve kan nakli sürecinin güvenliğini artırdı.
Kalıtsal bir hastalık olan ‘Beta talasemi major’ (Akdeniz anemisi) tedavi süreçlerinde düzenli olarak kan nakli yapılması gerekmekte. Türkiye’de yaklaşık 5 bin beta talasemi hastası bulunmakta ve bu hastalar için kan nakli uygulamalarını daha güvenli hale getiren bir projeye imza atan Prof. Dr. Gökçebay, 2024-2025 yılları için TÜBİTAK tarafından desteklenmiş bir çalışmada, ABD’nin Ulusal Sağlık Enstitüsü Transfüzyon Tıbbı Departmanı’nda araştırmalar yapmıştır. Çalışma kapsamında, Bilkent Şehir Hastanesi Çocuk Hematoloji Kliniği’nde düzenli kan nakli tedavisi gören 51 talasemi hastasında 34 değişik kan grubu antijeni tahlil edilmiş, genetik veriler incelenerek karşılaştırmalar gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın bulguları, hastaların genlerinde tespit edilen kan grubu bilgileri ile, kan testi sonuçları arasında uyumsuzluklar olduğunu göstermiştir. Bu araştırma ile birlikte; kan temin süreçlerinde bağışçı ile hasta arasında uyum ve kan naklinin güvenliği önemli ölçüde artırılmıştır. Hastaların yarısında kan grubu testleri ve genetik sonuçlar arasında farklılıklar tespit edilmiş, ayrıca yeni kan grubu özellikleri keşfedilmiştir.
Prof. Dr. Dilek Gürlek Gökçebay, talasemi hastalığının kalıtsal bir kan hastalığı olduğunu ifade ederek, “Hastalığın kökeni, alyuvarların içinde bulunan ve oksijen taşıyan ‘globin’ proteininin eksik veya hatalı üretimiyle ilgilidir. Bu hastalar sürekli olarak kan nakline ihtiyaç duyarlar. Kesin tedavi yöntemi kemik iliği naklidir fakat uygun donör bulunamayan hastalar da kan nakli almak zorundadır. Kan donörü bulunmaması durumunda, hastalar yaşamsal sorunlar ile karşı karşıya kalabilir. Bu durumu iyileştirmek adına ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü’nde bir yıllık yoğun bir araştırma gerçekleştirdik ve bu süreçte hastalarımızın genetik kan gruplarını analiz ettik. Nakil işlemi sırasında, bağışçıdan alınan kanın vücutta üç ay boyunca kalması sebebiyle, kan grubu tespiti oldukça güçleşmektedir. Bu durum, alıcıda yabancı madde olarak algılanan antijenlerin varlığı sebebiyle çeşitli komplikasyonlara yol açabilmektedir. Bu nedenle çalışmamız oldukça önem arz etti” dedi.
Kan nakli esnasında oluşabilecek komplikasyonların bu çalışma ile azaltılabileceğine değinen Gökçebay, “Kan transfüzyonları sonrası farklı komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Biz bu çalışma ile genetik kan grubu analizine yönelerek, bu tür komplikasyonları minimize etmeyi hedefliyoruz. Talasemi hastalarının genetik kan gruplarını inceleyerek, bağışçıların kan gruplarını belirlediğimizde, uyum oranları artmakta ve nakil komplikasyonlarının da en aza inmesini sağlamayı amaçlıyoruz. Böylece, hastalar ve bağışçılar arasındaki uyumun güçlenmesi ve kan naklinin güvenli bir şekilde gerçekleştirilmesi hedeflenmekte. Çalışmamızda, kendi rızaları ile kan örnekleri aldığımız talasemi hastalarından elde ettiğimiz verileri analiz ettik. Bu analizler sonrasında, serolojik yöntemlerle tespit ettiğimiz kan gruplarını genetik verilerle karşılaştırdık. Ayda bir kan nakli alan bu hastalarda, alım işlemleri her zaman doğru sonuçlar vermiyor. Genetik testler, bu alanda kesin bir çözüm sunmakta ve görmüş olduğumuz yaklaşık yüzde 50’lik genetik farklılık, bazı hastalar için gereksiz kısıtlamalar oluşturmaktaydı. Ayrıca, başka bazı hastalarda daha önce belirlenemeyen antijenler üzerine yeni bilgiler edinmemizi sağladı” ifadelerini kullandı.
Prof. Dr. Gökçebay, kan grubu belirleme sürecinde klasik testlerin yetersiz kaldığını belirterek, “Klasik testlerin uygulamaları, hastanın eritrositleri üzerindeki antijenleri ve serumundaki antikorları tespit etmekle sınırlıdır. Önceki kan nakillerinden kalan donör eritrositlerinin varlığı, doğru kan grubu tanısını engelleyebilir. Bu nedenle güvenilir bir kan nakli için, kan bileşeninin yabancı antijenler taşımaması gerekmektedir. Eğer hasta yabancı antijenler içeren kan hücrelerine maruz kalırsa, bu durum ölümcül sonuçlar doğurabilir. İşte bu çalışmayı gerçekleştirerek bu riskleri ve kısıtlamaları azaltmayı başardık” şeklinde konuştu.
