MOR RENGİN TARİHSEL ÖYKÜSÜ 

Tarih:

M.Ö. 9. yüzyılda yaşamış ünlü Yunan filozof ve tarihçi Homeros şöyle yazmıştı İlyada’nın hüzünlü bir köşesine : 

Tanrı gücüne sahip kralların rengi olan mor, aşılmaz surları bu kez koruyamamıştı.

Tek bir renge takılıp kalanlardan mısınız? Algıda seçiciliğiniz hep aynı renk üzerine mi? Allısı morlusu yerine daima morlusu diyenlerden misiniz? 

Mor renge tutkulu olanları haklı çıkaracak bir çok tarihi gerçek olabilir… 

Homeros’un bundan binlerce yıl önce kutsiyet atfettiği mor rengin daha öncesinden bir aktarımı da M.Ö 14. Binyılda Fenikeliler’e ait. Efsaneye göre ana renklerin tamamı bilinip elde edilebilirken, mor renk doğada görüldüğü kadar kalmıştır. Yazılı kaynaklardaki anlatıya göre; Fenike Kralı Tanrı Melkarth’ın köpeğinin bir deniz kabuğunu ısırdıktan sonra ağzının mor renge boyanması sonucu ‘mucizenin rengi’ dedikleri moru  keşfetmişler. Daha öncesinde doğada çiçeklerde gördükleri mor rengi tekstilde ve diğer boyama gerektiren unsurlarda kullanmak üzere bir çalışmaları olmamış. Eser miktarda bulunan ve adına purpura denilen bu deniz kabuğu o kadar uzun çaba gerektirmiş ki rengini vermek için, rengi elde edebilen kişi bulunmaz nimet anlamına gelen ‘mücevher’ adını takmış mor renge.  Purpura kabuklusu da verdiği mor renkten ötürü İngilizcede ‘purple’ kelimesinde (mor) karşılığını bulmuş. 

Renk sembolizminin emperyal medeniyetlerde yeri olabildiğince özeldir. Roma ve ardılı Bizans İmparatorluk kültünün çok önemli bir boyutunu içerir. M.Ö III. yüzyıl Roma İmparatorlarından  Diokletianus ( 244 – 313 ) ‘erguvanî’yani mor rengi, elde edilmesi çok güç olduğundan sadece İmparator ve ailesinin kullanımı ile sınırlama getirmiştir. Doğu Roma’da ise dikenli deniz salyangozundan elde edilir morun en güzel tonu. Mor pigmenti sıvısında saklı olan bu salyangoz türü o dönemde sadece Bosphorus yani İstanbul Boğazı’ndan toplanır. Salyangozların renk verdiği olgun dönemleri ile Konstantinopolis’in erguvan dönemi aynı mevsimdir. Yani erguvanlar açtığında salyangozların da toplanma zamanı gelmiştir. Morun iklimi ve mevsimi bahar ile denizdir. Erguvan çiçeğinin ömrü kısa, vakti ise dardır. Hâl böyle olunca teknik açıdan çok kısa bir zaman içinde elde edilmesi gereken mor boyanın Bizans sınırları dışına satışı yasaklanmıştır. Halktan birinin mor kumaş ya da boya bulundurması ve mor renk giymesinin cezası ölümdür. Bizans Ülkesinde morun masalı beş yüz yıl hiç değişmeden böyle sürer. 

VIII. ve IX. yüzyıllarda Bizanslı üç İmparatoriçe tarihi değiştirir. Sırasıyla İrini, Efrozin ve Theodora ile güç kadınların eline geçer. Böylelikle iktidara kadın eli değer. Günümüz deyimiyle bu üç baskın karakterdeki kadının icraatları Ortaçağdan itibaren tarihçilerin odak konularındandır. Entrika ve kaosu çağrıştıran ‘Bizans oyunları’ tabiri bu dönemde literatüre geçmiştir. İmparatoriçelerin üç ortak noktası vardır:

iktidarı evlilik yoluyla ele geçirmiş olmaları, eşleri olan imparatorları evlendikten kısa bir süre sonra suikastler sonucu kaybetmiş olmaları ve emperyal kostümlerinde mor rengi seçmiş olmalarıdır. 

Mor renge bu sayede simgesi dişil olan bir iktidar alanı doğar Bizans topraklarında. Aslında bu üç imparatoriçenin estetik seçimleri ve plastik sanat rengini mora yönlendirmeleri, erguvan diyarı Konstantinopolis’i merkez gösteren bir sanatsal harekete yön vermiştir. Günümüzde Bizans Sanatı’na ilgi duyanların kaynaklarda rastladığı dönemin Bizans kroniklerinde yer alan ‘İmparatorluk moru’ terimine sıklıkla rastlanır. 

Üç Bizans İmparatoriçesinin de koşulsuz mor renge yönelimi tesadüf müdür ve aslında mutlak bir anlamı olmalı diye epeyce kafa yorar araştırmacılar. 

‘Mor renkte giysi giymiş olan  bir daha onu asla çıkaramaz.’

                        İmparatoriçe Theodora 

İngiliz Tarihçi Judith Herrin’in ‘Woman İn Purple’ yani ‘Morlu Kadınlar’ adlı kitabında bu konuyu çok iyi özetler. İnsanoğlu’nun ilk var oluş tarihinden itibaren belki de  yok olacağı zamana kadar kadın için değişmeyen tek tutku mücevherdir. Dişil gücü açığa çıkaran mücevher, mor renkle çağrışım yapar Bizans iktidarının kadınlarına. Tıpkı Fenikeliler’in bulunmaz nimet deyip, mor renge taktıkları ‘mücevher’ ismi gibi. Erişilmezlik, güç, ihtişam ve paha biçilemez olmaktır işin özeti Bizans İmparatoriçeleri için. 

Bizans’ın renk masalı olan mor, XV. yüzyıl ortalarından itibaren kayıplara karışır. Batılı tarihçilerin ‘bilinmeyen bir nedenle mor renk İmparatorluğu terk etmiştir.’ diye adlandırdıkları konu aslında en bilinesi bir Fetih gerçeğidir. Konstantinopolis’in moru, İstanbul moruna evrilmiştir hiç solmadan.

Homeros’un asırlar önce İlyada için yazdığı satırlar aslında 1453’teki İstanbul’un fethiyle gerçek olmuştur :

“   Tanrı gücüne sahip kralların rengi olan mor, aşılmaz surları bu kez koruyamamıştı.”

Mor rengin evrimi tarihsel süreçte akıp giderken…

Sanatçılar, filozoflar, mistikler ve bilim adamları yüzyıllar boyunca renklerin doğasını, anlamını tartışmışlar. İnsan sağlığı üzerinde bıraktığı etkiler de geniş araştırma konuları olmuştur. Özellikle Ortaçağ’da mor ve eflatunun ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde, sakinleştirici etkisi tespit edilmiştir.  

Bizans ülkesinde binlerce yıl emperyal renk olan mor, Konstantinopolis’in İstanbul olmasıyla birlikte Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Gelenek değişmemiş, Osmanlı’da da mor kaftan Padişahlara özgü olmuş törenlerde giyilmiştir. İmparatorluk kadınları da özellikle halka açık törenlerde mor renk kaftan, ipekli mor bindallıları, mor renkli kıymetli taşlarla bezeli üst giyimleri tercih etmiştir.

Haremde de bir iletişim dili olarak çiçek renkleri kullanılmıştır. Öyle ki bu iletişim dili, dönemin İngiltere Kraliçesi Victoria tarafından Buckingham Sarayı’na Osmanlı kültüründen ihraç edilmiş, zamanla bir şifreleme metoduna da dönüşmüştür. Kahramanımız olan mor rengin dili hep aynı şeyi anlatmıştır:

Güç, iktidar ve asalet…

Alla pembeyle sembollenen aşkın ezici yorucu verem edici ve sonrasında beyazla derman aratıcı hâli, mor rengin kendine güvenen iktidar haliyle dengelenmiştir elbette. 

Roma ve sonrasında Bizans’ta güç, asalet ve iktidarın sembolü olan mor renk, Osmanlı İmparatorluğunda tevazunun rengine dönüşür solmadan. Osmanlı’da Padişah aynı zamanda İslâm halifesiydi ve Halife mutlak tevazû sahibi olmalıydı. Böbürlenmek! zinhar!. 

‘Padişahım çok yaşa!’ derken bir gürûh, 

 ‘Mağrur olma Padişahım senden büyük Allah var!’ dedirten de bir sistemi önde tutmuştur. 

İşte bu nedenle halkla bir arada olduğu zamanlarda mor giyerdi padişah. Şehzadelerin kırk gün süren sünnet merasimleri festivale dönüşür ve hanım sultanlar halkın da karıştığı bu şenliklere mor giysilerle katılırlardı. Devlet ricalinde ve sarayda, bir yandan sanatsal ve entellektüel bakış açısını temsil ederken diğer yandan halifenin alçakgönüllü rengi oluvermiştir mor.

Osmanlı döneminde 121 adet darüşşifada musikî ile ve renkli doğal taşlarla çeşitli hastalıkların tedavisi yapılmaktaydı. İbni Sînâ’nın aralarında bulunduğu tıp adamlarının kitapları model alınarak, mor ve eflatun renkte doğal taşlar ruhsal rahatsızlıkların tedavisinde kullanılırdı. 

Mor rengin şifası özgüven ve ruhsal denge üzerinedir. Ruhâni bir etki yarattığı tartışılmaz bir renktir şifahenelerde mor. Osmanlı kültür ve sanat alanında sanatçıyı temsil eder aynı zamanda. Devlet protokolünde tevazuyu simgelerken bir yandan entellektüel yaşamın rengidir. Yani İstanbul’un kültür sanat tarafı mor kaftan giymiştir. Roma ve Bizans gibi Osmanlı’da mor, emperyal bir renk olmasa da asalet tarafı ağır basmıştır. 

Y. Karakoyunlu, ‘Mor Kaftanlı Selânik’ adlı kitabında İstanbul’u Payitahtın idari, askeri ve ordugâhı temsil ettiğini, aslında İstanbul kadar önemli olan Selânik’in mor kaftanı giyen taraf olduğunu anlatır. Bu anlatımla mor, cesaretin, azmin ve gücün sembolüdür çünkü Selanikevladı Fatihândır. İstanbul kaybetmemiştir mor kaftanı, ama yorgundur, güç kaybetmiştir. Çöküş dönemine giren imparatorluk gücünü yitirmeye başlamış taşıyamaz olmuştur iktidarı. Aklın yerine hırs gelmiş ve iktidar aklın olmadığı yerde kaybedilmiştir. Nedeni açıkça bilinmese de Selânik’e hep bir uzak duruş sergilemiştir belli dönemlerde Payitaht… Halbuki kimdir Balkanlardaki tebâ?

Orta Asya’da Moğol istilâsından kurtulup Balkanlara kadar ilerleyen Türkler’in bölgedeki varlığı çok eskiye dayanır ve Osmanlı dönemi fetihleriyle birlikte artık orada evladı fatihandır. Selânik’le İstanbul iki kardeştir. Kardeşlerin biri iktidarın hırsına kapılmış diğeri Avrupa’ya yakın gelişmeye meyilli ve akılla harmanlamış, kültür sanat ve bilime kapılarını açık bırakmıştır. Mor kaftanlı Selânik işte tüm yıkılma dönemlerini izler ve artık son denilen yerde bu Anadolu’ya mor kaftanı giymiş, zamanın kurtarıcısı bir Mustafa Kemal yollar. Selânik’li Osmanlı askeri ülke kaderinin akıllı yanıdır. Büyük Roma, Kutsal Bizans ve Hilâfet ehli Osmanlı. Dünya üzerindeki gelmiş geçmiş tüm büyük Devletleri yıkılma dönemlerine götüren akıldan uzak bir iktidar hırsıydı şüphesiz. Sultan Fatih ruhunu hiç kaybetmeyen belki de bu yüzden “evladı fatihân” kalan Selânik mor kaftanı hiç terk etmemiştir. Morun güç, iktidar ve özgürlük düşleyen tarafını Selânik üstüne almıştır, Osmanlı’nın çıkmaza sürüklendiği dönemlerde.

İşte tam da burada bir hareket devreye girer. Aklın ve azmin zaferine Balkanlardan, bir Türk komutanı at sürer. Ruhuna giymiştir mor kaftanı ve giyen bir daha çıkaramaz Bizans İmparatoriçesi Thedora’nın dediği gibi. tâ ki kayıpların geri kazanıldığı güne kadar.

Vatanperverliğin ve sağduyunun Balkanlardan Trablusgarp’a yolculuğunda, giydiği mor kaftanın hakkını sonuna dek vermiş mor kaftanlı Selanik’in asil evlâdı Mustafa Kemal Atatürk’tür. 

Fenikeliler’den başlayıp Roma, Bizans ve Osmanlı’yla sürüp Selânik’e taşıdığımız mor rengin masalsı yolculuğu artık Anadolu’ya doğru yönlenmiştir. Ne türküler tutturur şu Anadolu. Sevdiceğine en has güzellikleri lâyık görürken : 

‘ Sana basma yakışmaz mor kadifeden biçeyim.’ der. 

Hasretle sevdiğini anarken gurbet ellerde : 

‘ Mavi yelek mor düğme,aklıma düştün yine!’ der ve ince bir not düşer ucu yanık mektubun bir köşesine moru soldurmadan. 

İşte Anadolu’nun eski sakinlerinden biri de moru protestoların yani başkaldırının rengi  olarak kullanmış. 

Akdeniz eşrafından Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan Yörük Türkmenleri/ Türkmen kadınları… 

Mor renk Yörüklerde bir kadın hareketinin adı olmuştur. Gelin olacak her genç kızın sandığında bir mor cepken bulunur mutlaka. Sandığın en dibine konur ve mor cepkeni hiç kullanmaması temenni edilerek yeni yuvasına uğurlanır. Evli bir kadın aldatılıyorsa, mutsuzsa, bir genç kız sevmediği biriyle evlendirilmişse yahut kocasından zulüm görüyorsa, boşanmak istiyorsa, şiddet görüyorsa, kaderine razı olup gizli saklı çilesini çekmez. Çıkarır sandıktan mor cepkeni geçirir sırtına ve ahalinin en kalabalık olduğu yerde yüksekçe bir yer bulup oturuverir kendince kurduğu tahtına : 

‘İşte görün beni!’ dercesine. 

Özellikle düğünler bu iş için biçilmez kaftandır. İşin adli ve aile danışmanlık yeri artık tüm çevredir. Çekirdek toplum bu durumda mor cepkeni giyenden çok kimin giydirdiği ile ilgilidir. Çünkü Yörük toplumuna göre  kadınına mor cepken giydiren erkek utanç duyar / duymalıdır da. O tarihten sonra hiç bir kadın eşine mor cepken giydirip ondan ayrılmış birine eş olmaz, olmak istemez, kimse kız vermez ömrünün sonuna kadar. Herkes şüpheyle yaklaşır;

‘niye girdirmiş ki mor cepkeni?’ en inanılası adli sicil kaydı olmuştur mor cepken…

Pozitif bir mahalle baskısı ve sosyalleşmiş bir mor renktir konu. İşte böyle incelikler varmış eskilerde ve erkek sorumluluğunu aldığı kadına ömürlük davranırmış, dikkat edermiş o mor cepkeni giydirmemek için. Haliyle ayrılıklar da boşanmalarda yok denecek kadar az imiş. İnce nüanslar var Türk kültüründe, sandığa atılan mor cepken de onlardan biridir kuşkusuz. Orta Asya Türk kültür ve aile yaşamında kadın önemlidir. Erkekle eşittir. Aynı haklara sahiptir. Savaşır, sevdiyse evlenir sevmediyse itiraz eder. Namus koruma ya da namus temizleme gibi toplumsal kanserler yoktur. Kimse kimseye kötü gözle bakmaz. Çok nadir de olsa gayri ahlâki davranışın cezası ölümdür. Kadın erkeğin yaptığı her işi yapar. At biner, ok atar, çadır kurar, toplar, savaşa gider. Hakan’ın yanında Khatun eşit söz hakkına sahiptir. Kadın, askerdir aynı zamanda. Tüm bunların üstüne bir de çocuk doğurur ki bu onları önemli ve özel kılar. Anadolu Türklerinden Yörüklerde de kadınların korkusuzca başkaldırışı bu sebeptendir. “sen misin üzen, sen misin ezen, sen misin aldatan…” giyer mor cepkeni çıkar ortaya sonra bin akıllı ayıklayamaz pirincin taşını. İşte bu kan o kandır, Khatun ruhudur.

Günümüz metropol toplumunda kaç kadın böyle tepkiler verebilir? Var mıdır dolaplarda bir mor cepken? Giyilse kaç insan fark eder? Sembolik de olsa kaç insan erer manasına?.. Özden gelen cesareti kaybetmiş gibiyiz. Ara sıra tek başına bir kadın hareketi başlatan kadınlarımız var. Hayır diyebilen, mor rengi dolabından, mor düşünceyi bünyesinden hiç eksik etmeyen. Özel günlerde manasını sırf kendinin bildiği o mor elbiseyi giyen. 

Aslında mor bize şöyle bir kadın tarif eder : 

Aşkı sever ama aşkı keder yapacağına, keyfe keder yapar. Çakrada beyni, aklı bir nevi öngörüyü ve üremeyi temsil ettiğinden dişil renktir. Mor bu yüzden en çok kadına yakışır. Özgürlüğü ifade eder, tıpkı yörük kadınının baş kaldırı rengi olduğu gibi. Asaletin rengidir manâsını bilen kadın bir başka taşır moru. Manâyı bilmek bilgiden geçer bilgi ise okumakla edilinir. İşte okuyan yetişen entellektüel bir kadının rengi oldu şimdi de mor. Tıpkı Bizans kadını ve tıpkı Osmanlı kadınları gibi…

Morun kadınla bütünleşen tüm tonlarını anlattığı öyküsünü şöyle bitirir kalem:

Kimselerin bilmediği bir kraliçe masalı yaşanmış büyük şehirlerin birinde. Balkanlardan göçüp gelen, kendine özgü bir kadın; açık elli, yardımsever ve asil duruşlu. Uzunca yaşamış, hep gülümsemiş çok sevilmiş ve o kendi ülkesinin daimi kraliçesi olmuş. Güzel anılar bırakarak dünyayı terk etmeye meyillendiği o son günlerde havsalası çoğu şeyi hatırlamaz, unutur olmuş. Belleğini kontrol amaçlı, kırmızı renkte bir flar gösterip sormuşlar : ‘anımsadın mı bu rengi Sehavet Sultan?’

Sehavet Hanım: ‘mor’ diye cevap vermiş gülümseyerek. 

Bu sayede mor renge yeni bir ton ekledi kalem Sehavet Sultan anısına : ‘Sehavet Hanım’ moru…

  Ayşe Gülçin İLHAN

HABERİ PAYLAŞ:

En Son Haberler

DAHA FAZLA
MEDYA ÖZEL

Selena Gomez’in Cilt Bakım Rutini: Rare Beauty Markasının Ardındaki İlham Verici Hikâye

Dünyaca ünlü yıldız Selena Gomez, yalnızca şarkılarıyla ve oyunculuğuyla...

DEM Parti Sözcüsü’nden Sloganlar Üzerine Açıklama: “Demokratik Bir Haktır”

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, grup toplantılarında slogan atmanın demokratik bir hak olduğunu vurguladı. Doğan, parti olarak herhangi gizli bir ajandalarının olmadığını, diyalog ve barış arayışında olduklarını belirtti.

Filistin’de Ateşkes Anlaşması: Lazzarini’den Rahatlatıcı Açıklama

Filistin, (DHA) - UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini, Gazze'de sağlanan ateşkes ve rehinelerin serbest bırakılmasını önemli bir gelişme olarak değerlendirdi. Lazzarini, yardımların artırılacağını ve eğitim hizmetlerinin devam edeceğini belirtti.

Kadıköy’de Trafik Kavgasında Kayıt Altına Alınan Tansiyon Yükseldi

Mert ORDU/İSTANBUL,(DHA) – Kadıköy'de yolcu indiren bir sürücü ile arkasındaki başka bir sürücü arasında tartışma yaşandı. Olay sırasında bağırıp küfür eden sürücüyü bir kadın sakinleştirmeye çalıştı. Görüntüler cep telefonuyla kaydedildi.